01 Mayıs 2024 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / KUR'AN'IN ÖĞRETTİĞİ ALLAH (c.c) TASAVVURU
KUR'AN'IN ÖĞRETTİĞİ ALLAH (c.c) TASAVVURU

KUR'AN'IN ÖĞRETTİĞİ ALLAH (c.c) TASAVVURU HÜSEYİN KERİM ECE

Gençliğimde bir yerde okumuştum. Avrupalı bir düşünür demiş ki: “Bana filozofların anlattığı tanrı değil, Peygamberlerin tanıttığı Allah lazım.” 
Doğru bir söz. Zira tarihten beri peygamberlerin mesajından uzak kalan filozoflar, hekimler, yazarlar, düşünce adamları tanrı fikrini, o tanrı dedikleri şeyin mahiyetini, insanla ve varlıkla ilişkisini, onun özellikleri tartışıp durmuşlar. Her biri bir şey söylemiş. İşin garibi birinin dediğini diğerininki tutmamış.  
Son dönemlerde filozoflar ve sosyologlar ise tanrı fikrine ve onunla bağlantılı olarak din ve işlevi, tapınma, dinin toplumdaki yeri gibi konulara sosyal ihtiyaç ve gelişmeler açısından bakmışlar. Çoğunun kanaatine göre tanrıya veya tanrılara inanmak, saygı sunmak, ritüellerde bulunmak toplumsal bir ihtiyaçtır. Toplumlar geliştikçe ihtiyaçlar da değişir, gelişir. Tanrı ve din fikri de buna dâhildir. Bilim, teknoloji ve bu üretim tarzı devam ettikçe -ki edecek- artık dine, tanrı fikrine ihtiyaç kalmayacak. Onlara göre tanrı inancı veya din olgusu ilâhî (vahiy) kaynaklı değil, toplumsal kazanımdır. Sosyal değişim ve gelişmelerde bir aşamadır. 

Bir anlayışa göre de “tanrı insanı değil, insan tanrıyı yarattı. Zira buna ihtiyacı vardı.” 
Aslında tanrı inancı ve onun etrafında gündeme gelen her şey insanla birlikte başladı ve devam edecek.
Tevhidî anlayışa göre âlemlerin Rabbi Allah (cc) kendine ait hikmetle insanı yarattı, ona akıl, irade verdi ve onu sorumlu tuttu. Bunun sebebi de onun denemeye tâbi tutulmasıdır. “İnsan niçin yaratıldı?” sorusunun cevabını Kur’an veriyor. Kimin daha iyi amel işleyeceğini denemek için; (Mülk 59/2), sadece kendisine yaratana kulluk yapması, yani hangi sebeple yaratılmışsa onu gerçekleştirecek şekilde hareket etmesi için; (Zariyât 51/56) yaratıldı. İnsanı fıtrat üzere Yaratan onun bünyesine hem bazı yetenekler, hem de bazı ihtiyaçlar yerleştirdi. Ki bunların bir kısmı hayatın devamını, bir kısmı da onun yaratılış amacını gerçekleştirmesini sağlayacak imkânlardır.
Bu ihtiyaçlardan biri de inanma, ibadet, yüce bir gücün önünde boyun eğme, ona sığınma ve ondan yardım beklemedir. Bu ihtiyaç tıpkı yeme-içme, hareket etme ve uyku gibi kişinin en temel ihtiyacıdır. Bir şeyleri veya birilerini sevmek nasıl insanın yapısında varsa, inanma ve tapınma da insanın bünyesinin, manevi kişiliğinin ihtiyacıdır.
Bu ihtiyacı onun fıtratına koyan Yüce Yaratıcı bunun nasıl yapılacağını da insana akıl vererek, beşerden elçi seçerek, vahiy ve kitap göndererek göstermiştir.
Tarihten beri akıllarını kullanıp vahye ve kendilerine gönderilen elçilere uyanlar, hem doğru ilâh/Allah tasavvuruna ulaştılar, hem de dünya imtihanını kazanmaya çalıştılar. Ancak bunun tersini yapanlar sapıttılar. Nasıl sapıttılar? Vahyin ve peygamberlerin öğrettiği Allah yerine kendileri ilâh (tanrı) icad ettiler. Kendisini vahiyle ve elçileriyle, hatta tabiat âyetleriyle tanıtan âlemlerin Rabbi Allah’ı kabul etmeyenler, ya da zamanla peygamberlerin tebliğinin özünden uzaklaşanlar; içlerindeki inanma, tapınma, yardım dileme ihtiyaçlarını karşılamak için ya çevrelerinde buldukları, atalardan gelen tanrı fikrine ve onlarla birlikte oluşan geleneğe din diye inandılar, ya da bunları kendileri uydurdular. 
Ama asla tanrısız, dinsiz yapamadılar. Zira bu mümkün değildi. Çünkü insanın içi boşluk kabul etmez. O boşluk hakikat ile doyurulmazsa, kişi sahtesini, uydurma olanını arayacaktır. Pratikte olduğu gibi. (Yani yeryüzünde dinsiz insan yoktur. Hak dine inanan mü’minler, bir de beşer uydurması dinlere inanan müşrikler vardır.)
İnsan hayatının en önemlisi meselesi ilâh/tanrı inancıdır. Dünyada tarihten beri sayısız topluluklar, uygarlıklar, belki milyarca olaylar olsa da; sonuçta insan öteki âleme gidiyor. Hayat orada devam ediyor. Öyleyse insan ne halde olursa olsun onun hayatında ilâh inancı ve ona bağlı olarak şekillenen akide, kulluk, ahlâk, değerler, sorumluluklar, sınırlar, kanaatler ve anlayışlar söz konusudur.
Ancak sorun şu: Nasıl bir tanrı inancı? İnsanların tasarladıkları, sıfatlarına kendilerinin şekil verdiği, yetki alanını kendilerinin belirlediği, daha doğrusu insanlar tarafından atanan tanrılar mı, yoksa vahyin ve kutlu elçilerin tanıttığı âlemlerin Rabbi Allah mı?
Zira ilâh inancı insan için mihverdir, pergelin sabit ayağıdır, yanılmaz kıstastır. Eğer bir insanın zihninde yanlış tanrı tasavvuru varsa o kişinin her şeyi, inancı, ibadeti, ahlâk anlayışı, hayata bakışı, ölümü algılayışı, sosyal ilişkileri, güç ve servete, sorumluluklara ve değerlere v.s. bakışı hep yanlış olacaktır. Ancak vahye uygun Allah tasavvuru bütün bunları doğru anlamanın, doğru değerlendirmenin imkânıdır. Her şeyi düzgün ölçmenin sabit ölçüsüdür. 
İnsanoğlu tarihte ve günümüzde en fazla tanrı tasavvurunda savruldu ve savruluyor. İnanma ihtiyacını karşılamak için tanrılar uydurdu. O tanrıları soyut olarak tasarladığı gibi, insan, hayvan, eşya, heykel yani put şeklinde tasvir etti. Tanrılar adına çok yalanlar üretti, çok ibadet türleri icat etti. Yani şirk koştu. Kimileri Allah’a şirk koşmakta adeta yarıştı zaman zaman gelen vahye rağmen. Ve hâlâ şirk koşmaya, yani birden fazla uydurma tanrılara kulluk yapmaya devam ediyorlar.
Kur’an Allah’a eş koşulan şeyleri şöyle niteliyor: ‘Endad’ (Bakara 2/22), ‘misil’ (Şûrâ 42/11; Nûr 24/17), ‘şerik’ (En’âm 6/100. İsrâ 17/111. Furkan 25/2 v.d.), ‘küfüv’ (İhlas 112/4), ‘sahib ve veled’ (En’âm 6/101 Cinn 72/3), ‘adl’ (En’am 6/1, 150. A’raf 7/159, 181. Neml 27/60) 
Halbuki Allah (cc) kullarına; “Allah’tan başka ilâh edinmeyin.” (Zariyât, 51/51) “Bil Allah’tan başka tanrı yoktur.” (Muhammed, 47/19) “O yerde de gökte de ilâhtır.” (Zuhruf, 43/80), “Allah başka yaratıcı mı var? O’ndan başka tanrı yok.” (Fâtır, 35/3) “Allah’la beraber, başka ilâh öyle mi? Ne kıt düşünüyorsunuz” (Neml, 27/60-64) buyuruyor.
-Kur’an Allah’ı tanıtan en iyi kılavuzdur
Evet, insanların Kur’an’ın tanıttığı Allah inancına ihtiyaçları var. Allah hakkında ne bilinmesi gerekiyorsa, Kur’an hepsini öğretiyor. Zira Kur’an Allah’ın sözüdür. O, kendi kelâmında kendini kullarına takdim ediyor. “İşte Ben böyleyim. Benim hakkında aklınıza ve işinize geleni düşünmeyin, uydurmayın. Böylece sapıtırsınız” diye uyarıyor. 
Allah (cc) Kur’an’da kendisini fiilleriyle, isimleriyle ve sıfatlarıyla tanıtıyor. Ama O kendisini tanıtırken çok soyut, tanınması mümkün olmayan, asla hayal edilemeyen bir şeyden söz etme yerine, kendisini insanların tanıdığı ya da anlayabileceği kelimelerle, ifadelerle, zihinde yer edebilecek metaforlarla tanıtıyor. Bunu yaparken de o günkü Arap’ın günlük dilde kullandığı kelimeleri seçiyor. Onları kök anlamından koparmaksızın, -diğer Kur’an kavramlarında olduğu gibi- yeni manalar, Allah’ı tanıtıcı bir işlev yüklüyor. Ve hepsini özel manada kullanıyor. Söz gelimi sözlükte rab; sahip, efendi demektir. Ama Kur’an’da “er-Rabb, Rabbü’l-âlemin, Rabbüke, Rabbuküm” şeklinde kullanıldığı zaman mutlaka Allah kastedilir. 
***Allah’ın fiillerine “ef’âlullahi’l-hüsnâ-Allah’ın en güzel fiilleri” diyoruz. Bunlar pek çok olmakla beraber en önemlileri şunlardır: a- Allah yaratıcı ve icat edicidir. Kur’an bunu yaratılan şeyi durumuna, ölçüsüne ve zamanına göre çeşitli fiillerle haber veriyor. 
b- Allah dilediğine dünyada ve âhirette nimet/rızık verir. (Lukman 31/31; Zümer 39/8; Zuhruf 43/13. v.d.) Suç işleyeni de dilerse cezalandırır, dilerse affeder. (Mâide 5/17, 18, 40; Âli İmrân 3/129. )
c- Hidâyet (doğru yol) Allah’ın gösterdiği hidâyettir. O da sırat-ı müstakim, sebilü’r-rüşd’dür. Allah (cc) dileyeni hidâyete eriştirir, onun yollarını kolaylaştırır. (Fâtır 35/24; En’âm 6/80; Yûnus 10/25 v.d.)
d- Din, peygamber, onlarla birlikte şeriat (ibadet, helâl haram hükümleri) gönderme O’nun hakkıdır. (İsrâ 17/15; Şûrâ 42/13,21; Zümer 39/2-3, 11 v.d.) İnsanlar için din icat edenler, Allah’ın hükümlerine mukabil hükümler koyanlar tanrılığa yeltenen tağutlardır. (Bakara 2/256, 257; Nisâ 4/51 v.d.)
e- İnsanları öldükten sonra tekrar diriltip, huzurunda toplayıp (haşredip), hesaba çekip, hak ettiklerini verme hakkı ve yetkisi de O’nundur. (Yâsîn 36/51, 79; Taha 20/102; Neml 27/83; Nahl 16/56 v.d.) 
***“Esmâullahi’l-hüsnâ-Allah’ın en güzel isimleri. Sayı ve liste konusunda farklı görüşler olsa da Kur’an bundan bahsediyor. (bkz: Tâhâ 20/8; İsrâ 17/110; A’râf 7/180) Hatta bir kısmını bizzat peşpeşe sayıyor. (Haşr 58/22-24)
Hamd yalnız Allah’a, en yüce sıfatlar O’na ait olduğu gibi, O’nun adı, şanı ve makamı en yüce olduğu gibi, kendisi âli, a’zam, ekber olduğu gibi isimleri de en güzeldir, en yücedir. 
İsimler müsemmayı gösterirler. Güzel isimler de en güzeli, en mükemmeli, en hoş olanı işaret ederler.
Esmâullahi’l-hüsnâ insana; “sen ve uydurdukların tanrı değilsiniz” uyarısıdır. Esma’ya inanmak zâtında, fiilerinde ve sıfatlarında hiç bir varlıkın Allah’a benzemediğini kabul etmektir. “... Onun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur...” (Şûrâ 42/11)
Esmâullahi’l-hüsnâ’da iki vurgu öne çıkar: -İnsana Allah’ı tanıtmak, O’nun sonsuz, mutlak, eşsiz ve benzersiz bir Yaratıcı olduğunu hatırlatmak. 
-İnsana da kendini tanıtmak. Mahlûk olduğunu, gücünü, haddini hatırlatmak.
Bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Allah’ın 99 ismi vardır, yüzden bir eksik. Kim bunları sayarsa (ihsâ ederse) cennete girer.”  Buradaki ihsaya; saymak, ezberlemek manası veriyorlar. Ama bu Esmâullahi’l-hüsnâ’yı öğrenmek, anlamak, mümkünse ezberlemek, bunlarla Allah’ı tanımak ve gereğini yapmak şeklinde anlaşılmalı. Zira sadece ezberlemenin yeterli olmayacağı açıktır. 
Allah’ı bize en iyi tanıtıcı imkânlardan biri Kur’an’daki Esmâullahi’l-hüsnâ’dır. Allah onları kendisine tahsis ediyor, ne ve nasıl olduğunu, bütün özelliklerini bunlarla bize haber veriyor. Allah’ı hakkıyla tanımak isteyenler, nasıl bir Allah’a inandıklarını bilmek isteyenler, O’nu anlatan diğer âyetlerin yanında Esmâullahi’l-hüsnâ’yı daha çok okumalı, öğrenmeli. 
***Âlimler Allah’ı niteleyen, O’nu kullara tanıtacak belirgin özelliklerine ‘sıfat’ demişler ve bunları âyetlere ve hadislere dayanarak üç gruba ayırmışlar. Zâtî, subûtî, selbî sıfatlar diye. Bu sıfatlar da Allah tasavvurumuzu düzeltir, O’nu hakkıyla tanımamızı sağlar.
a- Zâtî sıfatlar. Bunlar O’na aittir. Hiç bir varlıkta bu sıfatlar olamaz. Bir kimse bunlardan herhangi birinin yaratılmışlardan birinde olduğuna inanırsa, o şirk koşmuş olur ve tevhid inancından uzaklaşır. Bunlar kısaca; Vücûd; Allah her zaman ve her yerde vardır. Vahdaniyet; O birdir ve tekdir. Kıdem; ezelîdir, başlangıcı doğum veya oluş tarihi yoktur. Beka’; ebedîdir, ölümsüzdür. Muhalefetün lil-havadis; O kendi yarattıklarına benzemez, hiç bir şey O’nun dengi, misli, benzeri değildir. Kıyâm bi-nefsihi; varlığı kendindendir, birisine bağlı ve muhtaç değildir. İhlas sûresi her bir kelimesiyle Allah’ın zatî sıfatlarına işaret ediyor. 
b- Subûtî sıfatlar da O’na aittir. Lakin O bunlardan birazını, sınırlı bir şekilde yaratıklara dilediği kadar verir. Mesela; Hayat; O’nun diri ve canlı olması. İlim; her şeyi bilmesi. Semi’; her şeyi duyması, işitmesi. Besar; her şeyi görmesi. Kudret; her şeye gücünün yetmesi, sonsuz güç sahibi olması. Kelam; konuşması. Nitekim Kur’an O’nun kelâmıdır. Tekvin; yaratma gücü. ‘kün-ol’ emriyle dilediğini yaratması. İrade; dilemesi, istemesi (meşiet). 
c- Selbî sıfatlar. Bunlar Allah’ın ne olmadığını anlatırlar. Bunlara aynı zamanda tenzîhî ve tesbîhî sıfatlar da denilebilir. Müşriklerin öteden beri Allah hakkındaki uydurdukları O’na yakışmayan sıfatları, yalanları, asılsız iddiaları kökten reddir. Kur’an’da örnekleri çoktur. Birkaç örnek: “Allah uyumaz, O’nu uyuklama tutmaz” (Bakara 2/255). “O doğmadı ve doğurmadı” (İhlas ). “Yerde ve gökte O’na gizli bir şey yoktur.” (Yûnus 10/61). “O asla yorulmaz.” (Kâf 50/38)

“Allah’ın nimetleri konusunda düşününüz, Allah’ın zatı hakkında düşünmeyiniz” sözü meşhurdur. Bazı kaynaklarda bu söz hadis diye geçmektedir.  Zira insan O’nu nasıl düşünürse, O onun düşündüğünden başkadır. Ama hatırlamak gerekir ki herkesin bir anlama kapasitesi var. Bunlara rağmen herkes O’nu kendi kapasitesine, kendi kabının aldığı kadar anlayacaktır.
Ancak kim kafasından tasarladığı, kutsadığı, ulu ve çok güçlü saydığı bir şeyi, bir soyut nesneyi, bir otoriteyi tanrı (gibi) sayarsa, Allah’ın sıfatlarını O’nun dışında herhangi bir şeye nisbet ederse, Allah’ın yapabileceği şeyleri ölülerin ve dirilerin de yapabileceğine inanırsa, Allah’tan istenebilecek yardımları O’nun dışında herhangi bir şeyden isterse; böyle bir kişi Kur’an’ın tanıttığı Allah’ı anlamamış ve O’na şirk koşmuş demektir. 
Vahyin davası da, inzal sebebi de insanların bu kadîm yanlışını düzeltmektir.
-Sonuç
İnsana (kullara) düşen Allah’ın zâtını araştırmayı bir tarafa bırakıp, ilâh olarak Kur’an’da her şeyi ile tanıtılan âlemlerin Rabbi Allah’a sağlamca (yakîn) inanmak ve elden geldiği kadar samimiyetle kulluk görevini yap-maktır.  

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul